tdaloglu@yahoo.com

Protestoların ardından

Türkiye’nin gündeminde öğrenci protestoları var. Sistemden dertli gençlerin, siyasilere meydan okurken “yumurta” atmaları eleştirilerin hedefi oldu. Kimi kınadı, kimi ayıpladı, kimi sahip çıktı… Her ne ise gençlerin bugün-yarın durulmaları zor gözüküyor. Gençlik ateşi, bacayı sarmış. Başbakan Recep Tayip Erdoğan ise Filistinli gençlerin attığı roketlere sahip çıkarken, yumurtalara fena kafayı takmış durumda.
“Gerçek manada, özgürlük mücadelesi masada konuşarak olur,” demiş Erdoğan dün yaptığı konuşmasında. “Elinize yumurtaları alıp girmekle ya da meydanlarda molotof kokteylleriyle saldırmakla böyle bir özgürlük mücadelesi olmaz.”
Doğru demiş Başbakan ama DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin dün dedikleri de isabetli. İstanbul’daki protesto gösterileri sırasında karnına aldığı darbelerle bebeğini kaybeden genç anne adayını da yanına alarak yaptığı basın toplantısında Çelebi, “ “Polisin şiddetini orantılı ya da orantısız diye tartışmak bile demokrasi ayıbının ta kendisidir…Mavi Marmara gemisine yapılan saldırı ile dün gençlere yapılan saldırı arasında hiç fark yoktur. Silahsız gençlere gazla, copla saldırmak İsrail vahşetinden az değildir,” demiş.
AKP iktidarı, Hamas’ı Ankara’da ağırladığı günden beridir yazıyorum. Gençliğimize, Hamas’ın şiddeti meşrudur, PKK’nın ki yanlıştır diye bir saçmalık öğretmemeliyiz. Yeni nesillerin kafası, neyin ak neyin kara olduğuna dair karışır. Hepimiz yanarız diye… Ki düşünün Başbakan Erdoğan, İsrail ile ilgili konuları son derece yakından takip ediyor ama Filistin’le doğrudan görüşmelerin başladığı gün Hamas, İsrailli dört sivil vatandaşı öldürüyor, bunlardan biri hamile bir kadın, ve Başbakan’ın ağzından en ufacıcık Hamas’ı kınayan, İsrailli sivil vatandaşlara rahmet dileyen tek bir kelime çıkmıyor. Şiddete “hayır” demek niye bu kadar ağır geliyor ise orada işler karışıyor…

Amerika’yı dünya kamuoyunda zor duruma sokan Wikileaks belgeleri yayınlanıyor. Başbakan, “İsrail medyasında Türkiye’nin Başbakanı’ndan şikayet edenler, en son yabancı diplomatların hezeyanlarına sarılmış durumdalar,” gibi tuhaf birşey söylüyor. Hem Osmanlı’nın taaa beş asır önce Yahudileri kurtarmasını sürekli hatırlatacaksınız; hem İsrail’le dost olduğunuzu anlatarak – özellikle – Amerika’da siyasi kapital sağlayacaksınız; hem Yahudi lobisi yıllarca Türkiye’nin ulusal çıkarlarını gözetmek için çalışacak; hem de İsrail’e ve Yahudilere sempatileri olanları – hani dillerinin ucuna gelse – bir de vatan hainliği ile suçlayacaksınız.
Ayrıca İsrail’i “düşman” gibi görmeyen nüfusun da Filistinlilere yüreğinin “taş” olduğu gibi daha da abuk bir ambians yaratacaksınız. Erdoğan, “Siz öldürmesini iyi bilirsiniz” diyerek – ilk – Davos’ta bağırmıştı. Sonrasında, susmadı. Başbakan, İsrail’e haddini bildirecek diye bağırdı, bağırdı, bağırdı…Sokaklara ateş püskürdü. Wikileaks belgelerinden anlıyoruz ki İsrail’in Ankara’daki Büyükelçisi Gaby Levy, Erdoğan’ın bu kızgınlığının arkasında “dini” gerekçelerin olduğuna ve Amerika’nın Ankara Büyükelçisi James Jeffrey de Başbakan’ın İsrail’den “nefret” ettiğine kanaat getirmiş. Kediye kedi diyenlere; katile katil diyerek cevap yetiştiriliyorsa, bu büyükelçilerin dediğinin de bir meali olsa gerek…
Başbakan, Arap sokaklarında İsrail’e yaptığı çıkışları ile popüler oldu. Bu popülariteye, Mavi Marmara’da 9 Türk vatandaşının ölmesi de güç kattı. “Bizim için Türkler canlarını verdi,” diyen ciddi bir kitle var…Erdoğan’ın hoşuna gitmeyen ise sokağa attığı bu ateş topunun kendi kafasında belirlediği kareografinin dışında iş yapıyor, tepkiler veriyor olması. Gerçi Levy’ye geçen yıl bu vakitlerde Karadeniz Teknik Üniversitesi’ni ziyareti sırasında yumurta atan gençler için üç yıla varan hapis istemi ile bir dava açılmıştı. Tabii ki böyle bir karar çıkmadı ama Başbakan bugünkü gibi bir tepki de vermemişti…
Evet, Erdoğan, “Gerçek manada, özgürlük mücadelesi…Entelektüel bir ortamda düşüncelerinizi ortaya koymakla olur,” diyor ama bu özgürlükler sanki giderek bir tek kendi söylemlerine “dalkavukluk” yapanlar için geçerli olmaya başlıyor…Bekir Coşkun da – hatırlarsanız – kelimeleri ile kuzuları kovalıyordu ama rivayetlere göre baskılara kurban gitti. Yazıların, mekanı değişti…

Bunlara rağmen, öğrencilerin yaptıkları davranışı çirkin bulduğumu söylemem gerekiyor. Ama bu hatalı davranışın tüm sorumluluğunu da gençlerin omuzlarına yüklediğimi sanmayın. Erdoğan’ın dediği gibi “hangi yapının mensubu olduğunu tahmin ediyoruz,” gibi ürkütücü bir yaklaşım içinde de değilim. Türk gençliğinin, bireysel kararları ile kendi doğrularını ve hatalarını bulacağına inanıyorum. Bununla birlikte, Başbakan’ın, tavır ve üslubunda ki ateşi – hiç değilse biraz da olsa – azaltmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. AKP makinesinden sürekli demokrasinin ne olduğuna dair vaaz işitiyoruz ama bildiğim hiç bir ileri demokraside bir baş(ba)kan bu kadar çok kızgın ve bu kadar çok bağırmıyor. Rahmetli Özal’ı – bu aralar – belki bir tek tonton hali ve sevecen üslubu yüzünden özledim…

Categories: HasTürk