Mesele İran
İran, Şubat 2003’de Natanz’daki tesislerinde uranyum zenginleştirmeye başladığını açıkladığından beri durdurulmaya çalışılıyor. Mevcut statüko içerisinde bunu henüz başarabilen yok. Ne Türkiye ve Brezilya’nın bağladıkları anlaşma bunu sağlıyor. Ne de Amerika’nın başını çektiği yaptırımcılar. Ama İran, uluslararası anlaşmalara olan taahütlerini yerine getirsin diye çabalayan tarafların arasını fena açmışa benziyor. Bu durumda, Ahmedinecad’a “helal olsun!” demek gerekiyor. Yalanı yanlışı yok, çoğumuzun tipten faullü bulduğu İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad, şu aralar dünyayı parmağında döndürüyor. Da son gülenin İran olacağını söyleyip, sonra da altında kalmak istemem. O yüzden, olana bakalım diyorum.
ABD’nin başını çektiği dünyanın etkin güçleri İran’da nükleer silah üretme niyetinin olduğu kanısındalar. İran, kapalı bir memleket olduğu için de güvenemiyorlar. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun bir önceki başkanı Muhammed El Baraday dahi İran’daki programın tamamen barışcıl olduğuna dair bir iddiada bulunmadı. Hal bu olunca nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasına (NPT) taraf olan ülkeler uranyum zenginleştirme hakkına sahip olsalar da İran için farklı bir yola başvuruldu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, son dört yıl içinde dört kez İran’a uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurması çağrısında bulunan karar tasarılarını onayladı.
Türkiye ve Brezilya’nın, İran’la nükleer takas anlaşmasını bağlamasının hemen ertesi günü ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere ve Almanya’nın, P5+1’in, apar topar BMGK’nde oylanmak üzere bir yaptırım tasarısında mutabakata varmaları bu yüzden. İran, uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurmayacağını söylüyor. Amerikalı kaynaklarım, İran kendi topraklarında uranyum zenginleştirmeye devam edecekse, Tahran Araştırma Reaktörünün ihtiyacı olan uranyumu sağlamamızın ne önemi var ki diyorlar. Özetle, gözler bugün İran’ın IAEA’ye yapacağı bildirime kitlenecek. Sonrasında da BMGK’nde yaptırım tasarısının oylamaya alınıp-alınmayacağı karara bağlanacak.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun savunduğu gibi İran’la varılan anlaşmanın Amerika’nın tüm kaygılarını giderdiği diye birşey yok. Amerikalı bir kaynağım, BMGK ile çelişen bir anlaşma çıkacağını bilemezdik diyor. Brezilyalı yetkililer bile İran’ın anlaşmanın akabinde uranyum zenginleştirmeye devam edeceğini açıklamasının sürpriz olduğunu söylüyorlar. Türkiye ise Amerikan yönetimine adeta “takma dostum kafana bu lafları” diyor. Sonra da Washington Post’ta Tahran Üniversitesi profesörlerinden Mohammad Marandi, “Amerika, Türkiye ve Brezilya’nın yüzüne bir tokat patlatmakla yetinmedi, bir de üstüne tükürdü,” diyerek kayda geçiriyor.
Hiç kusura bakmayın ama arabulucular için maharet bir anlaşma yapmak değildir. Maharet sorunlu tarafların üzerinde çalışmayı kabul ettikleri bir anlaşmayı hazırlayabilmektir. Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü P.J. Crowley’nin dediği gibi “mesele Türkiye veya Brezilya değil. Mesele, İran.” Yedi yıldır da İran’ın nükleer programı üzerindeki şüphe giderilemiyor. İster gidermek istemiyorlar diyin, ister başka birşey. Ben, Washington kulislerinde “aynen Irak öncesi hava” diye başlayan lafları işitmeye başladım. Felaket habercisi olmak gibi bir arzum da yok. Ama arabulucular, tarafları köşeye sıkıştırmaya çalışıyormuş gibi bir tutuma girmemeli. Hakeza, İran’ın nükleer santralleri bombalanacaksa bunu Türkiye değil, ya Amerika ya İsrail yapacak. Onları da germemek lazım. Mesele İran, biz değiliz…
Categories: Washington Notları